Kayıtlar

Mübarek Aksâ

  Mübarek Aksâ Sen sen ol gözüme görünme Aksâ! Yorgun dudakların kandırmaz beni. Yüzündeki izin nûrundan paksa, Beni elâlemden utandırmaz ki! * Sekâr’a yaslanan onca yeminim, Bana senelerdir seni söylüyor. Helâkim elinden olur eminim, Bunu içimizden biri biliyor. Kalk ayağa Aksâ! Gelen değilim!  Zalimin zulmüne çivili mevsim. Yüzünde telâş ve telâş Resûl’ün… Ey mübarek şehir! Sonun hayrola! Ebedi cennettir senin ödülün. Bana gelsin sana gelecek bela! Elin kaldıysa da boşlukta naçar, Sana göğsünü çok mü’minler açar! Selâm sana selâm, kıblegâhımız! Kardeşime benden Burâk’ı götür! Dönmesin başkaca söze bu ağız: Özür huzuruna bin kere özür! Cibril’in kanadı yüzüne perde, Ez beni hakkındır ayağa ser de! Mehmet Can Kuyucu

İSTİHÂLE

İSTİHÂLE Yitirdiysen cenneti, ebediyyen yalnızsın! Kulaklarında eski bir zamanın türküsü. Bırak yazgını meş’um, kopası eller yazsın. Ne bir kandil yanar ne de bir ses duyulur. Oyulası gözlerin celeplerle oyulur.  Rahmân’ın celaliyle kasıkların yuyulur, Beş para etmeyecek bu adamın ölüsü. * Belki bir nigehbânın olur kalmazsın yolda. Kalmayacaksa eğer amel defterin solda. Vâsıl olduysan yola seyr-ü sülûk-u kolda, “Nûr ettin” menzilini, budur bahtının süsü. Sen sana emanetsin, emanetse ehline. Yitirme cennetini, daima getir dile. Gir devrâna zikrullâh ve Resûl-ü zîşan ile, “Muzaffer”sin “Ahmed”in sarsılmayan ölçüsü!

Çehreler Değişir

   Çehreler Değişir   Ebedi bir bakışla bakmıştın bana. Zannettim ki değişmez ve bâki kalır.  Katılınca çehremiz geçmiş zamana, Aynalardan çekildik hep ağır ağır.  Bir iz aradık yıllar boyu içerde, Gözümüze inmişti görünmez perde, Uğurladık biz bizi sanki seherde, Sönünce güneşimiz koca bir asır. Bir söz ile değişti bütün çehreler,  Beng ü Bâde misali hayli muteber. Yüzün benim yüzüme gayrı benzer,  İkisi de yabancı, ikisi de sır. Maziyi sormaktadır bendeki takvim,  Çaresizdir yeryüzü, bilcümle akvam. İsterim ki ufuktan bakıp her akşam, Yıllanmış bir ses ile yürekten çağır!

İSMET ÖZEL'e RÜCU

İSMET ÖZEL'e RÜCU “Yenilgiden Dönerken” demişti Ali Ayçil. Bir yolu ilmek ilmek yürüyüp, dört başı mamur yenilip, kan ter içinde arşınladığın yolu yorgun argın geri dönmek… Bir yolu iki kere tekrar etmek bir nevi. Ve ezberlemek. İşte bugün büyük şair “İsmet Özel’e Rücu”yu yazarken, İsmet Özel yolunu iki kere tamam ettiğimi ve İsmet Özel’i inkar etmeye asla cesaret edemeyenlerden biri olmadığımı ispat etmiş bulunuyorum. Ayrıca serlevhanın manidar bir yanı da var. İsmet Özel için söylediklerimden değil, bizzat İsmet Özel’in kendisine rücu ediyorum. Bu rücu ettiğim şey, ne putlaştırılan ne de yedi kat yerin dibine itilen bir isim değiller. Saf ve mücerret bir isim. Farkına vardım ki, İsmet Özel’e hakkaniyetle salat etmek (destek vermek), aynı zamanda ona cephe almayı da gerektiriyor. Ve hatta İsmet Özel’e salat etmek onu öldürmek demektir de. “İki kere ölmesi gerektiğini” düşündüğüm şahsiyetin yolunu “ikinci kez” ve bu defa geri dönerek arşınlıyorum. Geri dönüşümün adını da Ali hocam ...

Aynı Yaştayım

  Değişmiş yüzüm ve ben hâlâ aynı yaştayım. Otuz sekiz yaşadım, yüz yıldır savaştayım. Ottoburg pansiyonu, kat bir numara altı. Peşimdedir hastalık ve Alman generaller; Prag’da ölmeliyim ardından bir kahvaltı… Yahudi korkularım ve şakağımda eller… Karşımda kirli yüzüm, ağzımda da gazeller: Değişmiş yüzüm ve ben hâlâ aynı yaştayım. Otuz sekiz yaşadım, yüz yıldır savaştayım. Üşüyorum Milena, nedir bunca sükunet? Yoksa ben sırtımda bir asır mı taşıyorum? Kuşatmış dudağımı kör olası bürudet; Otuz sekiz yıldır bu lanetle yaşıyorum, Aynalara baktıkça hayretle şaşıyorum: Değişmiş yüzüm ve ben hâlâ aynı yaştayım. Otuz sekiz yaşadım, yüz yıldır savaştayım. Uykumda soluğumu kesiyor artık nefes. Anlat bana Milena, Viyana’dan ne haber? Kaskatı soluduğum caddelerde var mı ses? Her ne kadar uykular bana kazsa da makber, Meçhul diyarlardan hep hazin şarkılar söyler: Değişmiş yüzüm ve ben hâlâ aynı yaştayım. Otuz sekiz yaşadım, yüz yıldır savaştayım. Mektuplara kan sızmış, kirpiklerin dökülmüş. Ağ...

Bağıt

BAĞIT  Ne vakit geçsen serden, gözlerimi görürsün. Buğulardan geç de bir adım kör karanlıkta; On arşın kara batmış, dizlerimi görürsün. Yanık kokularından dökülür yanaklarım. Bakır gibi erimiş bıçak açmaz dudaklarım: Kardan sızan kana bak; izlerimi görürsün. Ölülerden geçiyorum, şehir tamtakır zulmet. Boyunlarda halkalar; her birinde bir ayet: Besmeleyle başla sen; sözlerimi görürsün. Konuştukça dudaklar, gizlenir perde perde. Cehennem ellerinden yazılır bana vade; Yazgımı dilemem ben ellerinden azade; Levh-i mahfuzumu ver; közlerimi görürsün.

Hasta Adam

Rodion Romanoviç Raskolnikov'a... Öğürtücü bir ıslık ördüm gür saçlarıma Taş kesilmişti dilim, ağzımda bir kerpeten. Sonya! Başımdaki bu veba nereden, neden? * Yapayalnız yaşarız bu gökkubbe altında Ve biz Sonya - en yalnız ademoğlu, en yalnız!  Histerik sancılarla, bunaltıyla ihata, Kapanık içe, ağır hastayız ve ahrazız. Denizleri köpürten bir dehşetle ağlarız. Gözyaşları vardır - ki onlar bilekten akar, Cinlerin kuşağını biz cesetler bağlarız; Demir kurşun dökerler, kulaklar ondan kokar. Çarpıldım ben evvelde, doğmamış iken  İfritlerin karnında piştim zulmüm bundandır  Şakaklarım kapkara gözkapaklarım diken; Dudaklarım öyle hor, çürümüş etten bakır. Sonya, ah Sonya, yârim! Eziyet etme bana! Ne de olsa sen de bir hastalıklı beşersin? İşte sana hediyem, duvara mıhlı balta, Başımı gövdemden al - ki bu hasta gebersin!